Toplumsal Çöküntünün Sessiz Yankısı: Ruh Sağlığı Krizi Üzerine
- opkolektif
- 29 May
- 1 dakikada okunur
Türkiye’de giderek derinleşen ekonomik buhran, siyasal gerilim ve kültürel kutuplaşma; yalnızca siyaset biliminin değil, aynı zamanda psikoloji ve felsefenin de ilgi alanına giren, çok katmanlı bir varoluşsal krize işaret ediyor. Artık söz konusu olan yalnızca geçim sıkıntısı ya da adalet arayışı değil; bireyin kendilik duygusunu sürdürebilme kapasitesi dahi ciddi bir tehdit altında.
Sürekli tetikte olma hali, bireyin yalnızca sinir sistemini değil, aynı zamanda etik ve ahlaki algısını da aşındırıyor. Güncel gerçekliğin ağırlığı altında yaygınlaşan sessizlik; bir direniş biçimi olmaktan çok, derinden ilerleyen bir içsel çöküşün habercisi. Suskunluk, birçok kişi için artık bir tercih değil, hayatta kalma stratejisine dönüşmüş durumda.
Bu tablo içerisinde, Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan ve ruh sağlığı hizmetlerini yeniden tanımlayan yönetmelik, özellikle psikologlar başta olmak üzere tüm ruh sağlığı emekçilerinin çalışma alanını daraltan bir içerik taşıyor. Yalnızca mesleki bir düzenleme gibi sunulsa da, bu değişiklik toplumsal iyilik hâline vurulan ciddi bir darbe niteliğinde. Psikososyal desteği yalnızca medikal bir müdahaleye indirgemek, terapötik süreci eczane raflarına sıkıştırmak anlamına geliyor. Bu yaklaşım, ruh sağlığını daha da erişilmez kılıyor; bireyleri özel sektöre ve ilaç endüstrisine daha bağımlı hâle getiriyor.
Oysa ruh sağlığı, sadece ilaçla çözülebilecek bir patoloji değil. Bireyin toplumsal, duygusal ve varoluşsal bağlamı içinde ele alınması gereken çok yönlü bir süreçtir. Bu nedenle, ruh sağlığı profesyonellerinin haklarını tanımlayan ve güvence altına alan kapsamlı bir Ruh Sağlığı Meslek Yasası, yalnızca meslek gruplarının değil, tüm toplumun yararına olacaktır.
Toplumsal çöküntünün sessiz yankısını duyabilmek, bu krizi salt bireysel bir sorun olarak değil, kolektif bir sorumluluk olarak ele alabilmekle mümkündür.